Eğer Bu Feminizmse, Ben Değilim!
Kendine zarar verme, aile içi şiddet gibi travmaları olanlar bu bölümü okumasın başka bir bölümde daha rahat konuşuruz. <3
Feminizm Nedir?
"Feminizm" üzerine konuşmadan önce, ilk yapılması gereken şey oldukça basit. Feminizm nedir, ne değildir, onu netleştirmek. Fazla felsefeye girmeden, en sade hâliyle şöyle;
Feminizm; politika, iş, sağlık ve eğitim gibi temel alanlarda kadınların ve erkeklerin eşit haklara sahip olması gerektiğini savunan bir düşünce sistemidir.
Yani kapıyı zorlayacak detayları dışarıda bırakırsak, mesele eşitliktir.
Sık duyduğumuz cümlelerden biri de
“Kadın itfaiyeci olmaz, kadın polis olmasın. Fiziksel farklar var.”
Feminizm fiziksel farkları inkâr etmez. Yani kimse kalkıp da “kadınla erkek birebir aynı fiziktedir” demiyor. Eğer bir iş fiziksel güç gerektiriyorsa ve bir kadın bu işi yapacak bilgiye, eğitime ve fiziksel yeterliliğe sahipse, neden o göreve alınmasın?
Gerçek sorun burada başlıyor. Kadın yeterliyse bile, birçok ülkede iş görüşmesine gittiğinde, o ülkenin güzellik standartlarına uymuyorsa kabul alma ihtimali düşüyor.
Feminizmin ses çıkardığı yer işte tam burası. (Tabii sadece kadın olduğu için pozitif ayrımcılık yüzünden işe de alınmamalı buna sonradan geliyoruz).
Feminizm sadece iş hayatıyla ilgilenmez. Sağlık, en temel mücadele alanlarından biridir. Dünyanın birçok yerinde kadınların sağlık sisteminden daha az ilgi gördüğü bir gerçek. Ten rengi, beden tipi ya da "güzellik algısı", kimi zaman kadının nasıl muayene edildiğini bile etkiliyor.
Bizim ülkede işler biraz farklı işliyor. Buradaki mesele genelde şu şekilde oluyor;
“Kadın doktor istiyoruz.”
Kadın olarak bunu söylemen sorun değil, tabii ki. Dini veya kişisel sebeplerin olabilir.
Ama haydi küçük bir hastane düşünelim… Kadının hastalığını en iyi anlayacak, en doğru tedaviyi sağlayacak kişi bir erkek doktor. Ve buna rağmen, sadece “kadın doktor istiyorum” diyen bir erkek yakın nedeniyle o doktora gitmiyorsa burada bir mesele vardır. Kadının kendi bedeniyle ilgili kararı yine kendisi vermelidir. Feminizm de işte bu kararı onun elinde tutmaya çalışır. Ama çoğu zaman bu cümleyi kuran kişi bir erkek oluyor. Ve bu, işte tam da feminizmin neden hâlâ gerekli olduğunu hatırlatıyor.
Neo-feminizim problemi…
Bu kısmı çok içten yazıyorum hazır olun.
Neo-feminizm bence ikiye ayrılıyor: "Kadın her şeyi yapar" diyen taraf ve "Kadın hiçbir şey yapmamalı" diyen taraf.
Birinci grup, yani "kadın her şeyi yapar" diyenler, erkekleri küçümseyerek konuşuyor. Erkekleri akılsız, beceriksiz, duygusuz gösteriyorlar. Kadınları yüceltirken, farkında olmadan ya da bilerek erkekleri aşağılıyorlar. Bu sadece erkekler için değil, kadınlar için de bir baskı yaratıyor. Çünkü bu söylemler kadınların üzerine inanılmaz bir yük yüklüyor. "Kadın her şeyi yapmalı, güçlü olmalı, başarılı olmalı, kendi parasını kazanmalı" gibi. Bu baskı yüzünden bazı kadınlar, eğer sadece ev kadını olmak istiyorsa ya da daha sade bir hayat istiyorsa, kendini yetersiz hissetmeye başlıyor. İçten içe, bu söylemler ev kadını olmayı seçen kadınları küçümseyen bir dile dönüşüyor. Kendini eksik, salak ya da bilgisiz hissedebiliyorlar.
İkinci grup ise tam tersi "Kadın hiçbir şey yapmamalı" diyenler. Bu kadınlar genelde erkeği hayatın merkezine koyuyor. Erkek her şeyi karşılamalı, kadın hiç çalışmamalı, üretmemeli gibi düşünüyorlar. Bu da kadınları bağımlı hâle getiriyor. Hatta bu düşünceyle büyüyen kadınlar, kariyer yapmak istemiyor. Eğitimi gereksiz görüyorlar. "Zengin bir erkek bulursam zaten her şey çözülür" gibi bir mantıkla yaşıyorlar. Bu da kadınların sosyal ve mesleki olarak gelişmesini engelliyor. Çalışan, çabalayan, kendi ayakları üstünde duran kadınları hor gören bir zihin yapısı ortaya çıkıyor. Hatta bazıları bu kadınları "erkek gibi" olmakla suçluyor. Kendilerini "dişil" olarak tanımlıyorlar ama aslında diğer kadınları yargılıyorlar.
Peki bu uç düşünceler neden ortaya çıkıyor?
Bence burada kültür, aile baskısı ve yaşanmış travmalar devreye giriyor. Örneğin ikinci gruptaki kadınlar, özellikle Türkiye'nin doğu bölgelerinde büyümüş, baskı görmüş olabilir. Ailelerinden ya da çevrelerinden "kadın çalışmaz okula da gitmez, evde oturur" mesajını alarak büyümüş olabilirler. Bu da onların zihin yapısını şekillendirmiştir- bugün bunu gençlerde daha az, yaşlılada daha çok görürüz.
Birinci gruptaki kadınlar ise tam tersine, çocukluğunda sürekli susturulmuş, küçümsenmiş, değer görmemiş olabilir. O yüzden bugün sesini yükseltiyor, ama bazen o öfkeyi başkalarına yönlendiriyor. Yani bastırılmışlık, bu sefer başkalarını bastırmaya dönüşüyor.
Erkeklere olan etki nedir?
İşin kötü tarafı, bu iki uçta olmak sadece kadınlara değil, erkeklere de zarar veriyor. Bu pek konuşulmuyor.
Erkekler bu iki düşünce arasında sıkışıyor. Bir yanda hiçbir zaman yeterli olamayacakları bir standart var. Ne yapsalar yetmiyor. Diğer yanda tamamen "sorumluluk onda" diye üzerine yük bindiren bir sistem. Bu da erkeklerde özgüven eksikliği, yalnızlık, hatta depresyona yol açıyor. Bugün erkek intihar oranlarının yüksek olması da bu baskıyla bağlantılı.
Eğitim üzerindeki etkiler.
Şimdi diyeceklerim, 2023 yılında üniversitede yazdığım bir makalenin notlarına dayanıyor. Beni okuduysanız, bu konu üzerine araştırma yapmış, deneyim edinmiş, daha akademik kaynaklar isteyenler için yazının sonuna kitap önerileri de ekleyeceğim bazı kelimelerin üstüne tıklarsanız kanıt taşıyan linklere de gideceksiniz. Ama şimdi gelin, konunun kendisine bakalım.
Kadın ve erkeklerin eğitimde farklı alanlarda performans göstermesi, sadece bireysel tercihlerle değil, toplumsal beklentilerle de şekilleniyor yazmışım ve yine haklıymışım. Mesela aileler, erkek çocuklarını fen ve matematiğe yönlendirirken, kız çocukların sanat, dil veya daha "kadına uygun" görülen alanlara kaymasını normal kabul ediyor. Bu da daha okul çağından itibaren bir fark oluşturuyor erkek ve kadınlar arasında.
Bu fark, sadece çocukların alan seçimlerinde değil, okul içindeki davranışlarında da kendini belli ediyor. Yapılan bazı gözlemlerde, çocukların daha erken yaşlardan itibaren, "erkekler tamir yapar", "kadınlar çocuk bakar" gibi yargılara sahip olduğu gözlenmiş. Bu algılar, öğretmenlerin de yaklaşımını etkileyebiliyor. Öğrencilerin derse ilgisi, öğretmenin yaklaşımıyla doğrudan ilişkili. Bazı erkek öğrenciler, kitap okumaya olan ilgisizlikleriyle "tembel" veya "umursamaz" diye yaftalanabiliyor. Ama kimse, bu çocuğa bu ilgisizliğin nedenlerini sormuyor. Belki ailesi, belki çevresi, belki de öğretmenin beklentisi onun kendisini yetersiz hissetmesine neden oldu?
Araştırma yaptığım Kuzey Londra'daki bir ilkokulda, okul yasal olarak cinsiyet ayrımcılığına karşı olan tüm kuralları yerine getiriyor. Ama uygulamada, kızların okuma ve yazma alanlarında erkeklerden daha başarılı olduğu, erkeklerin ise sadece matematikte öne çıktığı gözlemleniyor. Bu, okul içinde dengeli bir gelişim olmadığını, farkındalık eksikliği olduğunu gösteriyor. Bu arada okulun internet sitesinde veya resmi belgelerinde bu farklılıklara dair bir analiz ya da çözüm önerisi de yok.
Bu makaleye ek olarak şunu da belirtmek isterim ki, İngiltere'deki birçok okul bu konuya karşı farkındalık gösteriyor. Ben bu değerlendirmeye okulun kendi web sitesi ve politikalarını inceleyerek ulaştım. Genellikle okullar, sitelerinde bu sorunun farkında olduklarını ve çözüm yolları sunduklarını açıkça ifade ediyor. Yani iyi okullar… neyse devam.
Kısaca özetlersek: Eğitimde cinsiyet farklılıklarının kaynağı yalnızca biyolojik değil, toplumsal. Bu farklılıkların çözümü için okul politikalarının sadece yasal metinlerle sınırlı kalmaması, uygulamada da farkındalık yaratması gerekiyor. Aksi takdirde, bazı çocukların gelişimi geri kalıyor ve bu da ileriki yaşlarda duygusal ve akademik olarak fark yaratabiliyor.
Benim deneyimlerim.
Kadınların eğitimde ve hayatta yaşadığı deneyimler çok çeşitli ve parmak izi kadar kişiye özel.
Ben bu konuda gerçekten şanslı büyüdüm. Küçücük bir kızken bile babam beni asla bir erkek çocuğundan ayırmadan yetiştirdi. Balık tutmaya beraber giderdik, bir şey kırıldığında ya da tamir ederken ben de yanına oturup yalandan yardım ederdim, ama izleyerek çok şey öğrendim. Hatta bana erkek oyuncakları da alırdı. Şu an gözümün önüne bir oyuncak askerim geliyor, bir de siyah bir cipim vardı ve onu alırken çok ağlamıştım çünkü gerçekten çok istemiştim.
Bugün fazla teknik bilgi gerektirmeyen bir musluğu onarmak ya da kırık bir eşyayı tamir etmek gibi bir iş verildiğinde, babam sayesinde bunları yapabiliyorum ve açıkçası bu becerimle de övünürüm. Bu konuda 3 yıl mühendislik okumuş olmamın da etkisi var tabii. Ama yine de çok destek gördüm. Lisedeki çizim dersimde yaptıklarımda da desteklendiğimi hissettim. Mühendislik lisesinde okurken bir gün babama “Baba, bugün marangozluk kulübüne yazıldım, haberin olsun” dediğimde hiç yargılamadan, sadece destekledi. Bu bana büyük bir güven verdi.
Bir erkekten farklı olduğum nokta ise, dışarıda ailemin beni daha çok korumaya çalışması oldu. Bilerek ya da bilmeyerek bazı kısıtlamalar elbette yaşadım ama bu ailem yüzünden değil. Dışarıda ailem kadar kadınlarla ilgili iyi düşünmeyen insanlar yüzünden.
Velhasıl kelam
Umarım bir gün ben de, benim büyütüldüğüm gibi bir kız çocuğu büyütürüm. Tabii nerede, nasıl olur, o kısmı ayrı mesele. Bence ailemle Türkiye’de yaşasaydık, beni daha sıkı ve daha korumacı şekilde büyütürlerdi. Bu yüzden kendi çocuğumu nerede büyüteceğim de önemli. Ama içimden geçen şu: Eğer bir gün bir oğlum olursa, belki de en çok onun üzerine titrerim.
Kadınlar çoğu zaman birbirine düşman büyüyor. Erkeklerse çok çabuk kaynaşıyor. Ama işin tehlikeli tarafı şu: Erkek çocukları da “erkek adam nasıl olur” kalıbı yüzünden çok baskı altında büyüyor. Tıpkı kadınların da diğer kadınlar arasında sürekli trendler, güzellik algıları ve karşılaştırmalarla ezildiği gibi. Herkesin kendi kimliği dışarıdan şekilleniyor neredeyse.
Son olarak şunu söylemek istiyorum. Umarım bir gün, kadınlar da erkekler de kendi hayat standartlarını yalnızca kendi üstlerinde uygular. Ve bu standartlar kendilerine de çevrelerine de zarar vermeyen şeyler olur. Çünkü bir fikri herkese dayatmak, küçük bir kartopu gibi başlar, sonra aşağı doğru yuvarlandıkça herkesin önünü kapatan bir şeye dönüşür.
Umarım kadınlar sosyal hayatta ne yapmak istiyorlarsa onu yapabilsinler. Sadece “kadın” oldukları için değil, bilgi ve başarılarıyla, bir işe gerçekten merak duydukları için o işi yapma şansına sahip olsunlar. Evde kalmak isteyen kadınlar da suçluluk hissetmeden, ailelerine zaman ayırma şansına sahip olsun. Önemli olan bu tercihlerin gerçekten onların kendi tercihleri olması. Kimsenin dayattığı değil.
Kitaplar
We Should All Be Feminists – Chimamanda Ngozi Adichie Gender and Education in Primary Schools: Pedagogies, Practice and Policies – Carol Aubrey Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar – Ursula K. Le Guin